Yönetmen : Türkan Derya

Senaryo : Ali Ulvi Hünkar

Müzikler : Derya Köroğlu

Yıl : 2001

Yapım : TRT

Bölüm Sayısı : 47



Olcay : Zuhal Olcay

Yusuf : Emre Kınay

Havva : Meral Okay

Ömer : Ruhi Sarı

Duru : Özgü Namal

Ferhan : Oktay Kaynarca

Ali : Uğur Polat

Önem : Günay Karacaoğlu

Tevfik : Ümit Çırak

Nilgün : Yeşim Ceren Bozoğlu

Sabri : Hikmet Karagöz

Doğan : Deniz Oral

Serhat : Emrah Elçiboğa

Lale : Itır Esen

Pembe : Yasemin Çonka

Rüstem : Ahmet Saraçoğlu

Yalçın : Nejat Birecik

Engin : İlhan Şeşen

Tülin : Pıtırcık Akerman

<$
Ad:
Konum: Istanbul, Türkiye

Daha hiçbir şey yaşamadım ki ortasında olayım hayatın. Ama kenarındayım, o kesin! Hem de en kenarında. Bizim mahalle gibi şehrin dibinde...







<$14.Bölümspan>
<$13.Bölümspan>
<$12.Bölümspan>
<$11.Bölümspan>
<$10.Bölümspan>
<$9.Bölümspan>
<$8.Bölümspan>
<$7.Bölümspan>
<$6.Bölümspan>
<$5.Bölümspan>




<$Eylül 2007span> <$Ekim 2007span> <$Kasım 2007span> <$Aralık 2007span> <$Ocak 2008span> <$Şubat 2008span> <$Nisan 2008span> <$Haziran 2008span>



Sevda Sözleri
Tılsım
Uzay
Mine
Eysean
Eroy
Oky
Optio
Tuğçe
Ashkar
Umar
Emir
Gizem
İvriz
Sunshine
Kayhan



<$B11 Haziran 2008 Çarşamba2> <$B14.Bölümpan>
<$B
14.Bölümde Ali, hocasıyla konuşup belki de geçmişiyle hesaplaşırken farkında olmadan sol güfteler fısıldıyor izleyenlere...

Biz ümitli türküler söyledik. Söyledikçe de içimize işledi senin o “hayat” dediğin...


Yokluğumda çok kitap okumadım Mustafa Sandal’ın dediği gibi ama çok film izledim. Türk filmleri tabi hepsi. Bu yazımda izninizle kısa kısa bu filmlerden bazıları hakkında yazmak istiyorum. Sizde bir fikir uyandırır; en azından ön bilgi olur. Belki birkaçını izlersiniz bu vesileyle…

Kabadayı : Mutlaka izlenmesi gereken bir film. Şener Şen oyunculuk dersi veriyor, Kenan İmirzalıoğlu oyunculukta sınıf atlıyor ve en önemlisi filmin kendisi başlı başına bir ders barındırıyor bünyesinde. Kimsenin bu filme ayırdığı vakitten dolayı pişman olacağını sanmıyorum.

Hayatımın Kadınısın : Çok nahif, çok arabesk, çok İstanbul bir film; hem de eski İstanbul. İnanın izlerken yüreğinizin yumuşadığını hissedeceksiniz. Türkan Şoray ve Uğur Yücel ile bir oyunculuk şöleni. Ne yazık ki gişenin hakkı yenmiş filmlerinden.

Bir Ömür Yetmez : Ferzan Özpetek yine yapmış yapacağını. Dostluk üzerine çok önemli bir film. Arkadaşlığa önem veriyorsanız ve de sevgiye tabi, bu filmi mutlaka tadın.

Yumurta : Birçok ödül almasına rağmen hâlen bu filme zaman ayırmakla iyi mi yaptım kötü mü karar veremiyorum. Bütün bir film boyunca “bir şey” olmasını bekliyorsunuz; yani bir çıkış, bir kaynama noktası… Ama yok. Sonuç : Az biraz hayal kırıklığı.

İlk Aşk : Televizyon defalarca verdi. Ama hâlâ izlememiş olanlar için: çok güzel bir Ege hikayesi. Öyle yumuşak bir dokuyla vurgulanıyor ki duygular; birçok yerinde gözleriniz dolsa da, ağlamanıza ramak kala değişiveriyor her şey. Kursağınızda kalıp içinizde büyüyor.

Kutsal Damacana : Şaşırtıcı ve kendinden beklenmeyecek derecede komik ve güzel bir film. Şafak Sezer'den filmle karışık bir kabare veya stand-up tadı veren çalışma. Çok küfür var ama hiçbiri sırıtmıyor, yerli yerinde. Yine vakit ayırdığınız için pişman olmayacağınız, çok güleceğiniz bir film. Recep İvedik'ten daha az güldüren ama çok çok daha fazla gülümseten bir yapım.

Kısık Ateşte 15 Dakika : Metin Akpınar ve Haluk Bilginer’in başı çektiği Ata Demirer ve yine sağlam oyuncuların eşlik ettiği bir tek mekan filmi. Herkesin hayatında bir 15 dakika mutlaka vardır. Film bunu işlemiş komik bir zeminde. Hayranı olmasanız da bittiğinde “İyi ki izlemişim” diyeceğiniz bir film.

Cenneti Beklerken
: Benim Adım Kırmızı romanını okuyanınız var mı? Beğenen var mı? Ben okumuş ve beğenmiştim. O zaman bu film sizi cezbedecektir. Tipik bir Derviş Zaim filmi. Fotoğraflar ince işlenmiş…

Eve Giden Yol : Çok değişik bir film. Bir dönem filmi ama hangi kalıba sokacağımı bilemiyorum. Bu da izlenmeli ama beklentilerinizi yükseltmeden. Masal dinler gibi izlenmeli.

Avrupalı : Kesinlikle izlenmemesi hatta (keşke) çekilmemesi gereken bir film. Böyle bir film hiç olmasa da olurmuş…

14. Bölüm Özeti


Bana "iyi olmak için üç sebep" söyle, tövbe edeyim her şeye. Sadece üç sebep söyle hadi.
ont>
<$B25 Nisan 2008 Cuma2> <$B13.Bölümpan>
<$B
Şu anda okumakta olduğunuz Yeditepe İstanbul Blogu "2008 Blog Ödülleri"nde, Kültür-Sanat kategörisinde adaydır. blogodulleri.com adresine kayıt olduktan sonra "oy ver"e tıklayıp, Kültür-Sanat kategorisinde bu bloga oy verebilirsiniz. Eğer Blog Ödülleri'ne zaten üye iseniz, burda, hemen sağdaki menüde bulunan hareketli görsele tıklayarak doğrudan oy verebilirsiniz. Böylece beni de ihya edersiniz efendim...

Duyuru : 13-18. bölümler arasını, normale göre daha sık güncelleyerek, artan bir ivme ile tamamlamak niyetindeyim. Blogun az güncellenmesinden şikayetler var, haklı olarak; ancak takdir edersiniz ki bu blogu oluşturmak kolay değil. Her bölümün tekrar izlenmesi, özel videonun hazırlanması, özetin çıkarılması vs... Anlayışınıza sığınıyorum değerli takipçilerim.

Bu videoyu izlemenizi tavsiye ederim. Biliyorsunuz, ilk videolar hep özel seçkilerden oluşuyor. Yani blogu, diziyi, hikayeyi takip etmiyorsanız bile başlıbaşına bunları izlemekten keyif alabilirsiniz.
İşte size 13.Bölüm'den insan hikayeleri...



Söylenmesi Muhtemel Sevda Sözleri'ni özleyenler için, uzun süre sonra ilk kez bir şiirimi yayınlayacağım. sevdasozleri.blogspot.com 'un sona erişinden 1 yıl sonra yani.
İşte size son şiirim. Ancak çok taze; öyle ki henüz bir adı bile yok. Bu konuda yardımlarınızı bekliyoruz.

***

Dokundukça bana, bana dokundukça
İnsan yerlerimi erkeksiyorum

Öptükçe gülü, gülü öptükçe
Kasıklarını kan renksiyorum

Baktıkça kara, kara baktıkça
Üşüyen gökyüzünü adamsıyorum

Evlendikçe ben, ben evlendikçe
Gerçek aşklar yalansıyorum

Sevdikçe seni, seni sevdikçe
Tutulmamış sözler anımsıyorum

Öldükçe sen, sen öldükçe
Telaşlayan kalbini kendimsiyorum...

***

13. Bölüm Özeti :


Videodaki inşaat işçisi size bir yerden tanıdık geldi mi? Ben söyleyeyim hadi: kendisi, Kurtlar Vadisi'ndeki meşhur Muro'dur efendim. Yukarıdaki özel videoda daha geniş rolü var.

Not : Bu blogun Mozilla Firefox ve Internet Explorer görünümleri arasında farklar var. Güzel olanı Mozilla Firefox ile 1024*768 çözünürlükte görünen hâlidir.
ont>
posted by <$BYeditepe İstanbul <$B01:02>

<$B2 Nisan 2008 Çarşamba2> <$B12.Bölümpan>
<$B
Başlarken söylemiştim: Sırf başlayıp bitirebildiğim bir hikayem olsun diye.
İşte sırf bunun için 52 bölümü bitireceğim bu blogda.


Bugüne kadar izlememiş bile olsanız, şu videoda Yusuf'a biraz kulak verin bence.
İşte Yusuf'un en güzel satırlarını döktürmeye başladığı, yani "aşk işçisi" olmaya başladığı bölüm. Bakın Yusuf'a neler anlatıyor, neler kuruyor...



Hani 2 yazı önce demiştim ya “Daha çağdaş göklerde nefes aldırabilmek lazım Türkçe’ye” diye. İşte şimdi öyle bir yakın zaman şairi ile tanıştıracağım sizleri: Nilgün Marmara.
Aslında bu işin, yani gelişen Türk şiirinin geçmişinden getirmek istiyorum lafı.
Hepinize sorayım “Hangi şairleri seviyorsun?” diye. Eminim ki söylenen isimlerin %90’ı vefat etmiş şairlerden olacaktır.
Şiirimizdeki bir gerileme durumunu ve yeni zaman şiirinin içler acısı hâlini ayrıca bir yazı konusu ederiz elbet. Ancak bugün değinmek istediğim, sadece “gelişememe” sıkıntısı.
Müzikte, edebiyatta, kültürde… kısacası sanat ve bununla ilgili her alanda beğenilerimiz gelişmiyor. Kendi çizgisinde ileri gittiği kesin. Bir şekilde yenileniyor; fakat olumsuz anlamda. Bu, kesinlikle bir gelişme değil.
Ülkemizin hâli gibi yani edebiyatımız da. İşte sanatla millet arasındaki ilişki bir kez daha vuruyor yüzümüze. Milletçe sürekli bir doğrultuda ilerliyoruz. Ama çağdaşlaşmıyoruz, tam tersine bağnazlaşıyoruz. 1980’de çıkan bir örtü ile kapanıyoruz artan bir ivme ile…
Konumuza geri dönelim.
Şiirimiz gelişmiyor. Sadece yozlaşma yolunda, aynı kararlılıkta ilerliyor. O zaman ne yapmak lazım? İşte en başta dediğim gibi: Yeni sözler söylemek gerek.
Nilgün Marmara da bunu becerebilmiş şairlerden biri. Kendisi 29 yaşında intihar etmiş ve bu yüzden olgunluk çağı yaşayamamış ve yine sanırım bu yüzden edebiyatımızda kendi has bir yere konularak, hak ettiği itibarı görememiş, nadir bayan şairlerimizden.
Yeni sözcükler ve en önemlisi yeni söz dizimleri denemiş, Türkçe’nin hem duygusal, hem de matematik sonsuzluğunu çeperlerine kadar sömürmüş, duvarlarını sıkıştırarak itmiş bir şairdir.
Bu iletimde sizi sadece bu bayan şairle tanıştırmak gayesindeyim. Bir şiirini hemen bölüm özetinin altında bulacaksınız. Ancak lütfen, şu linkteki diğer şiirlerinin de hepsini okuyunuz:
Nilgün Marmara Şiirleri

12. Bölüm Özeti



Kan Atlası

-Emel'e-

"Ben babamın yuvarladığı
çığın altında kaldım."

Çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk
her gün her gece eğer adasında,
Gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar
sarmış bedenini çığlıklarken bunu
su içinde...

Karada, hançer suratlı abinin rüzgârında
uçar adımları.
Geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu
İçinden karanlık, tekrar ve ilenç
sızdıran hayret taşında.
Soruyor hatırasında, "sırtımda ve
sırtında gezinen bu ürperti kim,
bir damla süt yerine bu ağu kim?"
ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara
-boy atmış da salgıları,
cücelmiş sezgileri-
bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...

Ey, yüzleri
bir babakuş gölgesine
çakılmış olanlar,
Üzgün adım, ileri marş!
ont>
posted by <$BYeditepe İstanbul <$B16:41>

<$B27 Şubat 2008 Çarşamba2> <$B11.Bölümpan>
<$B
Şimdi diyeceksiniz ki "Yahu hani daha sık yazacaktın, ara vermeyecektin bu kadar?"...
Ne deseniz haklısınız ama yeni yazılar yazmak kolay değil, inanın. Eskileri de çıkarıp çıkarıp yayınlamak istemiyorum burada. Öyle olsa Söylenmesi Muhtemel Sevda Sözleri'ni bitirmezdim. Yeni sözler söylemek benim tek gayretim. Öyle "yazmam gerek" diyip yazamıyorum da malesef.
Neyse efendim, buyrunuz.
Ferhan ile Nilgün'ün bir diyaloğu. Bu videoyu izledikten hemen sonra yazıyı okumanız şiddetle tavsiye edilir.
Video ve yazı bütünlüğü var burada zira.



Kadınlarım oldu benim. Kızlarım da oldu pekala. Bir yerden sonra bu ayrım da fark etmemeye başladı. İlk öpüştüğü kızla yatmış birinin itirafları işte.
Kadınlarım oldu benim. Nice nice sevdim. Çok çok da sevildim. Çünkü kendimi sevdirmeyi hep bildim. Hile mi yaptım? Ne münasebet, işim olmaz!
Kızlarım oldu benim. Onları da sevdim, ne yalan söyleyeyim. Akran kız çocuklarım...
Ama bütün bunlar olurken değişmeyen tek şey vardı:
Sevdiğim bütün kadınlar terk etti beni. Bu hiç değişmedi.
Peki bu durumda sevmediğim kadınlar da mı oldu yani? Ya da "az sevdiğim" diyelim. İyi de aşkın azı-çoğu olmaz ki.
Neyse, konuya dönersek...
Sevdiğim bütün kızlar terk etti beni. Kadınlar mıydı yoksa? Aman, neyse ne. Artık fark etmiyor işte, benden sonra.
Binlerce doğurttum, binlerce çoğalttım, binlerce ekledim, büyüttüm, süsledim ve kadın ettim.
Ve bütün bunlar olurken değişmeyen tek gerçek: Bütün sevdiklerim terk etti. Böyle daha sevimli oldu sanki cümle. Aynen kalsın.
Şimdi sen merak etmektesin bütün bunları ne diye anlattım ben. Aslında bütün bu okudukların bir giriş bölümünden ibaret. Cesaret toplamak için alkol alır gibi yazdığım satırlar.
Temel nokta ise şu: Sen de gitme n'olur!
Seni büyütmedim, seni çoğaltmadım. Başkaca ahlaksız şeyler yapmış olabiliriz ama inan her işimi kalbimle becerdim ben. Lütfen sen de gitme. Bari, en azından sen gitme. Üzülmekle kalmam yoksa.
Yalvarırım biraz daha izin al "o"ndan...



11. Bölüm Özeti :

ont>
<$B8 Şubat 2008 Cuma2> <$B10.Bölümpan>
<$B
Sınavlarımdan dolayı çok ihmal ettim sizi, biliyorum. Ama söz, bundan sonra böyle olmayacak.

Lütfen izleyin / dinleyin Yusuf'u:

Dalgınmışım! Sözler birikmiş içimde, hepsini yarına bırakmışım. Yarına, eskimeye...
Şimdi baksam, gözüme çarpar mı? Baksam gözüme çarpar mı aşkı gösteren işaretler?




Çağrıdır:

Fazıl Hüsnü Dağlarca...
İzlemek için tıklayın
Bugün edebiyatımızın neredeyse yüzyıllık çınarı ile yapılan son derece keyifli bir sohbeti izledim NTV'de. Öyle güzel şeyler anlatıyor ki defalarca kahroluyorum Orhan Veli'li o yıllarda yaşamadığıma, bir edebiyat dergisi alamadığıma, Boğaz vapurlarından birinde Behçet Necatigil'e rastlayamadığıma, bir rakı sofrasında bu şairlerin yeni mısralarını heyecanla açmadığıma...
"Üzülüyorum" diyor Dağlarca, "Yüksek yerlere gelip de Türkçe konuşamayanları gördükçe üzülüyorum. Bunlar, içimize sokulmuş tanklar, tüfeklerdir"...
"Okay mi?" diye basına soran bir ekonomi bakanımız var bizim, biliyorsunuz değil mi?
Bir de edebiyat işçileri var. Canla başla çalışan, Orhan Veli'nin deyimi ile tek özelliği edası olan bir söz sanatına hayat vermek için uğraşan. Kimileri benim gibi vasıfsız işçi, kimileri Can Yücel gibi ağır usta. Ama değişen bir şey yok. Hepimiz aynı şey için uğraşıyoruz.
Neden yazıyorum ben? Cemal Süreya'nın deyişiyle: Daha çağdaş göklerde nefes aldırabilmek Türkçe'ye. Tek kaygı bu. Daha çağdaş, daha evrensel, daha geniş göklerde soluk aldırmak Türkçe'ye...
Bu bakımdan uğraşıp didinmek lazım. Yeni söz dizimleri, yeni söyleyişler, yeni vurgular türetmek lazım. Doğurtmak lazım Türkçe'yi evrensel yataklarda; doğurtmak ve çoğaltmak binlerce, milyonlarca.
Artık söylenmiş sözleri tekrarlamak zamanı değil. Yarının folklorunu üretmek zorundayız hanımlar, beyler. Artık dar gelmeli bu gökler Türkçe'ye, dile, hatta alfabeye. 29 harfle anlatılamamalı özler.
Özü kovalayan imgedir satırlar. Hiçbir zaman da yakalayamaz. Hangi esaslı cümle titretebilir ki içinizi sevdiğinize dokunduğunuz an kadar? O zaman mesele ne? Mesele, imgeyle özü kardeş kılabilmekte.
Yalvarırım bırakın artık söylenmiş sözleri tekrar ve tekrar ve tekrar söylemeyi. Gelin cümlenin öğelerini öyle bir ayıralım ki sizle... Mesela diyelim ki "Bir de var sen koynumda yatıyorsun". Varsın koca gözlüklü Divan edebiyatçıları anlamasın yazdıklarımızı, koymasınlar ders kitaplarına da. Ama gelin 40 yıl sonra doğacak çocukların dilini konuşalım sizinle.
Yalvarırım gelin, hepinizi çağırıyorum. En olmadık, en anarşist, en yağmacı yerlere sokuverelim anlam değiştiren ekleri. Yeni kelimeler doğurtalım heceledikçe. "İnsan yerlerimi erkeksiyorum" diyelim mesela; yada "Kasıklarını kan renksiyorum" diyelim. Varsın uğraşıp dursun ezberciler kafiye mi yaptık, redif mi yoksa... Biz 40 yıl sonra doğacak altın sarısı çocukların aydınlık dilini yaratalım, gelin.
Yalvarırım içini dolduruverelim şu kelimelerin. Böylece sözcüklere serpelim kıvamını özlerin. Eşsesli, eş anlamlı, yansıma, topluluk ismi... Umrumda değil, gerçekten değil, inanın değil. Benim derdim başka. Hani bir tek kelime sadece, bir aşure kazanı gibi olsa misal. İçinde her şeyden olsa ama tek kelime olsa. Herkes kendi kaşığıyla tadına baksa. "Aşk" mesela. Yeni sözler keşfedelim, yeni kıtalar bulur gibi okyanusta. "Sevda" gibi, söylendiğinde milyon renk saçan sözcükler.
Yalvarırım okuyun bin yıl önce ne demiş Mevlana:
Dün dünde kaldı cancağızım
Bugün yeni sözler söylemek gerek...


10. Bölüm Özeti


Sev Dedi Gözlerim
ont>